- GENEL OLARAK
Tüm dünyada beklenmedik bir hızla yayılan, hepimizin yaşamında büyük değişimler yaratan, Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıkan ve 11 Mart 2020 tarihinde Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından pandemi (bölgeler ve ülkeleri aşan düzeyde bir yayılım gücü ve hızına sahip olan coğrafi salgın)ilan edilen Covid-19 gündelik yaşam ve ekonomi üzerinde ciddi aksamalara ve farklılaşmalara yol açmıştır. Gerek Türkiye gerekse diğer dünya ülkelerinde virüsün ilerleyişinin artması neticesinde alınan mecburi önlemler, birçok sektörü olumsuz etkilemiştir. Dünya sağlık örgütünün resmi verilerine göre 11 Mayıs 2020 tarihi itibariyle dünya genelinde virüsün bulaştığı kişi sayısı 4,013,728 olup virüsten hayatını kaybedenler sayısı 278,993 tür.[1]
Virüsün etkilerine bakıldığında belki de en çok üzerinde tartışılan ve değerlendirmeler yapılan konu, salgının hukuki boyutudur. Zira korona virüsün sözleşmelere etkisi oldukça fazladır ve herkesin gündeminde yer almaktadır. Hayatın olağan akışında hepimizin gündelik yaşamının bir yerinde mutlaka sözleşmesel bir ilişkiye girmiş olma ihtimali bir hayli yüksektir. Bu nedenle de covid-19 un etkilerini bu bağlamda ele almak, mevcut sözleşmelerin şuan ki koşullardan nasıl etkilendiği, Türk hukuk sisteminin bu gibi salgın durumlarında sözleşmelerin mevcudiyetini hangi yönde etkileyen düzenlemeler içerdiğinde bakılması gerekmektedir.
İçinde bulunduğumuz koşullarda başta kira sözleşmeleri olmak üzere diğer tüm özel hukuk sözleşmeleri, tarafların kontrolü dışında gerçekleşen, kaçınılmaz olan ve öngörülmesi mümkün olmayan bu olay karşısında nasıl ayakta tutulacaktır? Veya tutulabilecek midir? Taraflar sözleşmelerini hangi durumlarda feshedebilecek, borçlu edimini ifa etme noktasında yaşadığı güçlükleri nasıl giderecek, buna karşın alacaklı yahut karşı taraf alacağını nasıl tahsil edecek veya kendi ediminin ifasını nasıl gerçekleştirebilecektir?
Bu ve benzeri sorunlara hukuk kuralları çerçevesinde çözüm önerileri sunabilmek, hayatın her alanında çoğumuzun bir şekilde kurduğu ve tarafı olduğu sözleşmelerin devamının sağlanması yahut en az hasar bırakır şekilde sonlandırılabilmesi açısından önemlidir.
Gelinen noktada, korona virüs nedeniyle ticari işletmelerin önceden akdettikleri sözleşmelerin ifasında güçlük yaşadıkları, bazı sözleşmelerin ise ifasının imkansız hale geldiği görülmektedir. Her ne kadar borçlar hukukunun temel prensibi sözleşmeye bağlılık ilkesi ise de, mücbir sebep veya beklenmedik hal nedeniyle hali hazırda birçok sözleşme yönünden ifa imkansızlığı veya ifa güçlüğü gündemde olup önümüzdeki günlerde etkilerini daha çarpıcı şekilde hissettirecektir.
Bu yazıda korona virüsün sözleşmelere etkisini değerlendirmeye çalışıldı. Bu kapsamda da incelenmesi gerekli hususların başında mücbir sebep gelmektedir ve genel olarak mücbir sebep kavramının doğurduğu sonuçlar üzerinden sözleşmelerin durumu ele alınmaya çalışılacaktır.
Türk hukukunda özel hukuk ilişkileri bakımından yer alan ilkelerden biri de ‘’Sözleşmeye Bağlılık İlkesi’’(Ahde vefa ilkesi)dir.) Ahde vefa ilkesi gereğince sözleşmede yer alan hususlara tarafların mutlak surette uymaları gerekmektedir. Kanundan ve sözleşmede kararlaştırılan hususlar dışında sözleşme feshedilemez. Fakat şuan içerisinde bulunduğumuz hal ve benzeri durumlarda, beklenmeyen hallerden mücbir sebeplerden söz edileceğinden edim dengesi bozulabilir. Bu durumda da TBK. Md.136 da yer aldığı şekliyle ‘’İFA İMKANSIZLIĞI’’ veya TBK Md. 138 de yer aldığı şekliyle ‘’AŞIRI İFA GÜÇLÜĞÜ’’ konuları gündeme gelebilecektir. Ve ilk durumda sözleşme konusu olan edimin ifası mümkün olamayacağı için borç ilişkisi sona erecek; ikinci durumda ise edimin yerine getirilmesi önemli ölçüde güçleşeceğinden sözleşme yeni koşullara uyarlanacaktır. Öncelikle Türk Borçlar Kanunu’nun bu iki hükmünün uygulama alanı bulduğu hallerin niteliği nedir onu ele alalım. Yani şuan içerisinde bulunduğumuz bu olağanüstü halin hukuki karşılığı olan mücbir sebep nedir?
- MÜCBİR SEBEP NEDİR?
Esasen kanunda yer alan belirli bir tanımı olmasa da doktrin ve Yargıtay içtihatlarından[2] yola çıkılarak mücbir sebebi şu şekilde ifade edebiliriz : ‘’ Borçlunun faaliyeti ve işletmesi dışında gerçekleşen, sözleşme konusu edimin ifasını mutlak ve kaçınılmaz şekilde engelleyen, imkansız hale getiren, önceden öngörülemeyen, kontrol edilemeyen olağanüstü olaylardır. ‘’
Yargıtay içtihatları ise, bir olayın mücbir addedilebilmesi için aşağıdaki üç unsuru içermesi gerekmektedir:
(i) Borçlunun hiçbir etkisi olmadan kaçınılmaz şekilde ortaya çıkması,
(ii) Kaçınılmaz şekilde meydana gelen olayın borcun ifasını imkânsız hale getirmesi ve
(iii) Taraflar ya da üçüncü kişilerce bu imkansızlığın giderilmesinin mümkün olmaması.
Bir olayın mücbir sebep olup olmadığı TBK 136. ve TBK 138. Maddeler ele alınarak değerlendirilmelidir.
- TBK madde 136 hükmü şöyledir:[3](İFA İMKANSIZLIĞI)
(1)Borcun ifası borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle imkânsızlaşırsa, borç sona erer.
(2)Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde imkânsızlık sebebiyle borçtan kurtulan borçlu, karşı taraftan almış olduğu edimi sebepsiz zenginleşme hükümleri uyarınca geri vermekle yükümlü olup, henüz kendisine ifa edilmemiş olan edimi isteme hakkını kaybeder. Kanun veya sözleşmeyle borcun ifasından önce doğan hasarın alacaklıya yükletilmiş olduğu durumlar, bu hükmün dışındadır.
(3)Borçlu ifanın imkânsızlaştığını alacaklıya gecikmeksizin bildirmez ve zararın artmaması için gerekli önlemleri almazsa, bundan doğan zararları gidermekle yükümlüdür.
- TBK madde 138 hükmü ise şöyledir:[4] (AŞIRI İFA GÜÇLÜĞÜ)
Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır.
Mücbir sebep iddiasına konu edilen olayın borcun ifasında imkânsızlık yaratıp yaratmadığı, her bir borç ilişkisi özelinde incelenmelidir. Çünkü her borcun ve sözleşmenin niteliği farklıdır ve bazı borçlar mücbir sebebin varlığından etkilenmez ve ifa edilebilirken, bazı borçların ifası mücbir sebep dolayısıyla söz konusu olamaz.
- MÜCBİR SEBEBİN SÖZLEŞMELERE ETKİSİ NASILDIR VE HANGİ KURALLAR UYGULANMALIDIR?
Kanun genel olarak mücbir sebep ifadesini kullanmasa da, böyle bir durumda tarafların sözleşmelerini ne şekilde idame ettirebileceklerini veyahut sözleşmenin akıbetinin ne olacağını düzenlemiştir. Bunun yanında taraflar da hangi olayların mücbir sebep olacağını, bunun sonucunda ifa imkansızlığı oluşursa, sorumluluklarının boyutlarını ve neler olacağını sözleşmede belirlemiş olabilirler. Bunu anlamak için; (1) tarafların sözleşmeyle, mücbir sebebe dair kanundan farklı bir hüküm getirip getirmediklerine, (2) aralarında ifa imkansızlığına dair bir ek düzenleme olup olmadığına bakılır.
Borç ilişkisinin tarafları arasında hiçbir özel düzenleme bulunmadığı hallerde, mücbir sebep sonucundaki ifa imkansızlığına ilişkin tartışmaların Türk Borçlar Kanunu’nun (“Borçlar Kanunu”) “ifa imkansızlığı” ve “aşırı ifa güçlüğü” hükümleri uyarınca çözümlenmesi gerekmektedir. Bu hükümler kapsamında sözleşmenin yeni şartlara uyarlanması, edimlerin bu durum devam ettiği sürece askıda kalması veya bunlar mümkün değilse sözleşmeden dönme (veya sözleşmenin feshi) gündeme gelebilecektir.
Yani bu durumda iki bağlamda düşünülebilir. Mücbir sebebin varlığı halinde ya kanun hükümlerine göre ifa imkansızlığına dair yükümlülükler belirlenerek sonuçlar oluşturulacak, ya da zaten taraflar arasında kurulmuş olan sözleşmeyle daha en baştan bu tür beklenmedik hallerin neler olduğu ve bu durumlarda borçlunun veya tarafların sorumluluklarının akıbeti belirlenmiş olacaktır.
- SÖZLEŞMELERDE MÜCBİR SEBEBE DAİR HÜKÜM BULUNABİLİR Mİ?
Taraflar aralarında akdetmiş oldukları sözleşme hükümleri vasıtasıyla da mücbir sebep kapsamına hangi durumların gireceğini mücbir sebebin oluşması durumunda sözleşmenin ne şekilde ilerleyeceğini, belirleyebilirler. Karşılaşılan durumların sözleşmede düzenlenmiş olduğu durumlarda ’Sözleşmeye Bağlılık İlkesi(Ahde Vefa İlkesi) uyarınca sözleşme hükümleri uygulanmalıdır zira TBK’nın bu iki hükmü (136. Ve 138. Maddeler) emredici hüküm olmadığından var olan sözleşme maddelerinin uygulanması, taraflara sunulan ‘’Sözleşme Serbestisi İlkesi’’ ile de örtüşecektir.
Örneğin taraflar korona virüs gibi pandemilerin mücbir sebep teşkil edeceğini hali hazırda aralarında var olan sözleşmeyle kararlaştırabilirler. Buna ek olarak, mücbir sebep ve beklenmeyen hallerin oluşması durumunda taraflar sorumluluklarının neler olacağını belirlemiş olabilirler mesela borçlu, mücbir sebepten kaynaklanan ifa imkansızlığına dair sorumluluğu bu sözleşmede açıkça üstlenmiş olabilir. O halde bu olağanüstü halin varlığına rağmen edimin ifa edilmemesinden dolayı alacaklının zararlarını karşılamak zorunda kalacaktır. Çünkü Türk hukukunda hem özel hukuk ilişkileri bağlamında var olan ‘’Sözleşme Serbestisi İlkesi’’ hem de bunu tamamlayıcı niteliğe haiz ‘’Sözleşmeye Bağlılık İlkesi’’ geçerlidir ve taraflar aralarında yapmış oldukları sözleşmenin içeriğini kanunun emredici hükümlerine aykırı olmadığı müddetçe özgürce belirleyebilmektedirler ve buna bağlı kalmalıdırlar. Burada belki dikkat edilmesi gereken nokta şu olabilir; sözleşmede borçlunun mücbir sebep sonucu oluşan edimi ifa imkansızlığından sorumlu tutulmamasına rağmen, eğer sözleşme doğan mücbir sebebin öngörülebildiği bir dönemde yapılmışsa yani borçlu örneğin bir pandeminin oluşabileceğini ve edimi ifa edemeyeceğini öngörmesine rağmen sözleşmeyi yapmış ve bir taahhüt altına girmişse, bu durumda, zımnen imkansızlıktan sorumlu tutulma halinin kabul edildiği söylenebilir.
Buna karşın taraflar aralarındaki sözleşmede ne tür hususların ve ortaya çıkan hangi durumların mücbir sebep teşkil edeceğine dair bir açıklık getirmemiş, sözleşme maddelerinde bu tür seçeneklere yer vermemiş ve ifanın imkansızlaştığı durumları düzenlememiş olabilirler. İşte bu noktada, içinde bulunulan ve sözleşme konusu edimin ifasını doğrudan veya dolaylı şekilde etkileyen olayların yarattığı etkiler kanundaki bu maddeler çerçevesinde değerlendirilecek ve düzenlenecektir.
- COVID-19 MÜCBİR SEBEP MİDİR?
Taraflar sözleşme serbestisi ilkesi doğrultusunda önceden salgın durumlarının mücbir sebep teşkil edeceğini sözleşmede kararlaştırmış olabilirler. Fakat böyle bir hükmün sözleşmede yer almadığı durumlar bakımından mücbir sebebin tanımı dikkate alındığında, covid-19 salgınının bu tanımda aranan, objektif olarak öngörülemez, kaçınılamaz, mutlak şekilde gerçekleşen ve borçlunun faaliyeti ve işletmesi haricinde meydana gelen olağanüstü bir olay olduğu değerlendirmesi yapılabilir. Yargıtay’ın ülkemizde önceki yıllarda yaşanan kuş gribi salgınına dair sözleşmesel ilişkiler ve genel olarak hayatın olağan akışındaki ilişkiler bağlamında mücbir sebep teşkil etmeyeceğine dair kararları olsa da, covid-19 ile kıyaslandığında ve son zamanlarda yaşanan can kayıplarına ve bu salgının dünyada birçok anlamda çok daha ciddi bir tahribata yol açtığı dikkate alındığında mücbir sebep olarak nitelendirilmesi gerektiği son derece açıktır.
- SÖZLEŞMEDE BİR DÜZENLEME YOKSA COVID-19 SALGINI BAKIMINDAN MÜCBİR SEBEPLE İLİŞKİLİ KANUN HÜKÜMLERİ NASIL UYGULANMALIDIR?
Esasen her borç ilişkisi ve sözleşmenin kendi özelinde ele alınması gerekmekle beraber, mücbir sebebe dair mevcut düzenlemeler şu şekilde incelenebilir;
- İFA İMKANSIZLIĞI VE SÖZLEŞMELERE ETKİSİ (TBK 136.madde)
Salgın sonucunda borçlunun edimini ifa etmesi mümkün olmadığı zaman sonraki imkansızlık ortaya çıkar, borçlu bu durumdan sorumlu değildir, kusuru yoktur ve TBK. Madde 136 hükmünün uygulanması gerekir.
Bu maddeye göre borcun ifası borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle imkânsızlaşırsa, borç sona erer. Bu durumda, TBK m. 136 f. 2 uyarınca tam iki tarafa borç yükleyen sözleşmelerde, imkansızlık nedeniyle borcu sona eren taraf, karşı edimini isteyemez. Karşı edimini almışsa, sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre[5] iade ile yükümlüdür. İfa imkansızlığının edimin bir kısmına yönelik olması halinde, sadece imkansızlaşan kısım bakımından karşılıklı olarak sorumluluktan kurtulma söz konusu olacaktır.
Yargıtay uygulamasında imkansızlık, ortaya çıkış nedenine göre bazı ayrımlara tabi tutulmaktadır; “Eğer ifa imkansızlığı sadece sözleşmenin tarafları bakımından değil aynı sözleşmeyi yapacak herkes için söz konusu ise buna "objektif imkansızlık", yalnız sözleşmenin taraflarından birinin tutumundan doğmuşsa buna da "sübjektif imkansızlık" denilmektedir. İmkansızlık sözleşmeden sonra ve taraflardan birinin kusurundan kaynaklanmışsa bu durum "kusurlu imkansızlık" ve fakat tarafların kusuru olmadan meydana gelmişse "kusursuz imkansızlık" olarak adlandırılır. İmkansızlık borcu sona erdiren nedenlerden biridir. Borcun ifasının imkansız hale gelmesi, mücbir sebepten, bir başka ifade ile önlenemez nedenden kaynaklanabilir. Genelde dış kuvvetlerin sonucu olan, borçlunun işletmesiyle bağlantılı bulunmayan, önceden görülemeyen, kaçınılmaz ve mutlak bir şekilde borcun ifasını engelleyen olay olarak doktrinde tanımını bulan mücbir sebebin varlığı, borçlu yönünden borcu ortadan kaldıran nedenler arasındadır.
İfanın önündeki engel gelecekte de ortadan kalkmayacak ise sürekli bir imkansızlık hali mevcuttur ve TBK m. 136 hükmü esasen kalıcı imkânsızlığı ve bu nedenle borcun sona ermesini düzenler.
Karşılıklı iki tarafa borç yükleyen sözleşmeler bakımından borçlu ifa imkansızlığı nedeniyle ifadan kurtulunca yine TBK md.136/f.2 gereği karşı taraftan almış olduğu edimleri TBK 77. ve devamında düzenlenen sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre geri vermek zorundadır. Ayrıca TBK md.136/f.3 gereği eğer borçlu mücbir sebep nedeniyle yani bizim kastettiğimiz covid-19 salgını nedeniyle edimi ifa etmesinin imkansız hale geldiğini alacaklıya gecikmeden bildirmelidir yoksa alacaklının bu yüzden uğradığı zararları gidermekle yükümlü olacaktır.
Görüldüğü üzere TBK m. 136 ifa imkansızlığını düzenlemiş ve mücbir sebebin, edimin ifasını imkansız hale getirmesi sonucunda, tek tarafa borç yükleyen sözleşmelerde borcun sona ereceğini; karşılıklı iki tarafa borç yükleyen sözleşmelerde ise yine borcun sona ermesi ile beraber borçlunun da alacaklıdan almış olduğu edimleri iade etmesi gerektiğini(TBK 77.md gereği), henüz almadığı edimlerin ifasını da isteme hakkını kaybedeceğini düzenlemektedir.
- KISMİ İFA İMKANSIZLIĞI
İfa imkansızlığı kısmi de olabilir o halde TBK 137.md hükmü ele alınacak ve bu halde borçlu sadece borcunun imkansızlaşan kısmından kurtulacaktır.
TBK 137. Madde – (1)Borcun ifası borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle kısmen imkânsızlaşırsa borçlu, borcunun sadece imkânsızlaşan kısmından kurtulur. Ancak, bu kısmi ifa imkânsızlığı önceden öngörülseydi taraflarca böyle bir sözleşmenin yapılmayacağı açıkça anlaşılırsa, borcun tamamı sona erer.
(2)Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde, bir tarafın borcu kısmen imkânsızlaşır ve alacaklı kısmi ifaya razı olursa, karşı edim de o oranda ifa edilir. Alacaklının böyle bir ifaya razı olmaması veya karşı edimin bölünemeyen nitelikte olması durumunda, tam imkânsızlık hükümleri uygulanır.[6]
- GEÇİÇİ İFA İMKANSIZLIĞI
136. maddede düzenlenen ifa imkansızlığı aslında tam ifa imkansızlığı denebilecek durumları düzenlemektedir. İfanın önündeki engel gelecekte de devam edecekse sürekli bir imkansızlık hali mevcuttur ve TBK m. 136 hükmü esasen sürekli imkânsızlığı ve bu nedenle borcun sona ermesini düzenler. Ancak korona virüs salgınının özellikle kira akdi, hizmet akdi vb. sürekli edimli sözleşmeler yönünden geçici imkansızlığa yol açması muhtemeldir.[7]
Geçici ifa, borcu sona erdirmemekle beraber geç ifa nedeniyle borçlunu temerrüdü söz konusu olabilmektedir. Özellikle para borçlarında imkansızlık söz konusu olmayacağı için geç ifadan bahsedilebilecektir.
Yargıtay HGK aşağıdaki kararında geçici imkansızlıkta “akde tahammül süresinin” somut olaya göre belirlenmesi kanaatindedir. Yargıtay HGK., 2010/15-193 E., 235 K., 28.04.2010 T. kararında “Şüphesiz geçici imkânsızlığın varlığı, beraberinde tarafların bu sözleşmeyle ne kadar süre bağlı kalacakları sorununu getirir. Bu konudaki kural "ahde vefa=söze sadakat" ilkesi gereği tarafların sözleşmeyle bağlı tutulmasıdır. Ancak bazı özel durumlar vardır ki, tarafları o sözleşmeyle bağlı saymak hem onların ekonomik özgürlüklerini engeller, hem de bir başkası ile sözleşme yapma fırsatını ortadan kaldırır. Uygulamada, geçici imkânsızlık halinde tarafların o sözleşmeyle bağlı tutulma süresine "akde tahammül süresi" denilmektedir. Bu sürenin gerçekleşip gerçekleşmediğini de her somut olaya göre ve onun çerçevesinde değerlendirmek gerekir.”.[8]
Sürekli edimli sözleşmeleri açısından, Yargıtay tarafından kabul edilen geçici imkânsızlık ihtimalinde, akde tahammül süresinin beklenmesi, bu sürenin de aşılması durumunda sözleşmenin sona ermesi veya uyarlanması yoluna gidilebileceği hususları değerlendirilmelidir.
- KİRA SÖZLEŞMELERİ BAKIMINDAN İFA İMKANSIZLIĞI
Bu açıdan bakıldığından imkansızlık kira sözleşmeleri bağlamında geçici ifa imkansızlığı olarak düşünülebilir. Kira sözleşmeleri sürekli borç ilişkileridir ve geçici imkansızlık da aslında beraberinde kısmi imkansızlık sonucunu doğurur. Fakat mesela sezonluk kiralamalarda olduğu gibi geçici imkansızlık kira sözleşmesinden beklenen menfaati zaten ortadan kaldırıyorsa o zaman ifa imkansızlığı geçici olarak değerlendirilmeyeceği ifade edilmektedir.
Korona virüsten etkilenen kira ilişkilerinde, TBK m. 331 “Taraflardan her biri, kira ilişkisinin devamını kendisi için çekilmez hâle getiren önemli sebeplerin varlığı durumunda, sözleşmeyi yasal fesih bildirim süresine uyarak her zaman feshedebilir.” hükmü uyarınca tarafların 3 aylık fesih bildirim süresine uyarak olağanüstü fesih yoluna başvurma imkanı bulunmaktadır. Bu noktada 6217 sayılı Kanunun Geçici 2. Maddesi uyarınca TBK m. 331’in kiracının TTK’ nda tacir olarak sayılan kişiler ile özel hukuk ve kamu hukuku tüzel kişileri olduğu işyeri kiraları bakımından 1 Temmuz 2020 tarihine kadar yürürlüğünün ertelenmiştir. Bu yılın temmuz ayına kadar işyerleri bakımından, 818 sayılı eski BK uygulanacaktır ve eski BK m. 264’ya göre de tazminat ödeyerek fesih yoluna başvurulması mümkündür. Ayrıca, genel hükümlere göre sürekli edimli sözleşmelerin haklı sebeple feshine gidilebilecektir.
Buna ek olarak, salgın sonrasında yayımlanan 26/3/2020 tarihli 7226 Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un Geçici 2. maddesi [9] ile 01/03/2020 tarihinden 30/06/2020 tarihine kadar ödenemeyen işyeri kira bedellerinin kira sözleşmesinin feshi ve tahliye nedeni oluşturmayacağına karar verilmiştir. Yani işyeri kiraları anılan tarihlerde ödenmeyebilecektir ve bu yüzden kiraya veren kira sözleşmesini normal zamanlarda TBK 352.md 2. fıkranın[10] kendisine ihtar çekmesine rağmen kira bedelini tahsil edememesi karşısında sağladığı fesih imkanı ile feshedemeyecek ve ayrıca bu durum tahliye sebebi de oluşturamayacaktır.
Kiracının burada kira bedelini ödeme yükümlülüğü ortadan kaldırılmamış zımnen ertelenmiştir. Zira kira borcu tam bir ifa imkansızlığı değil, geçici bir ifa imkansızlığı olarak nitelendirilebilir. Dolayısıyla kira bedellerinin bu dönemlerde ödenmemesi de geçici bir imkansızlık hali oluşturur ve aslında borçlu temerrüde düşmüş gibi kabul edilebilir. 01.07.2020tarihi itibariyle eğer kiracı kiraya verene, TBK 136,137 ve 138 uyarınca ifa imkansızlığı durumunu kiraya verene yazılı bildirilmemesi durumunda kiracı sözleşmenin feshi gibi sonuçlara katlanmak durumunda kalacaktır. Yine her kira ilişkisinin farklı sonuçlar doğurabileceği ve kendi bağlamında değerlendirilmesi gerektiği unutulmamalıdır.
- AŞIRI İFA GÜÇLÜĞÜ ve SÖZLEŞMENİN YENİ KOŞULLARA UYARLANMASI (TBK 138.madde)
Mücbir sebebin yarattığı etki ifanın imkansızlaşması derecesinde olmayabilir. O zaman imkansızlık nedeniyle borç sona ermez fakat 138. Madde gereği borçlu hakimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteyebilir. Bunun mümkün olmadığı hallerde ise borçlu sözleşmeden dönebilir. Fakat kira sözleşmesi, hizmet sözleşmesi gibi sürekli nitelikte bir edimin konu olduğu sözleşme varsa o halde fesih hakkı kullanılarak sözleşme sona erdirilir. Dönme ve fesih arasındaki fark da buradadır; sözleşmenin feshi söz konusu olduğunda fesih tarihinden önce ifa edilenler geri istenemeyecektir çünkü fesih ileriye dönük etki yaratan bir irade açıklamasıdır. Örneğin kira sözleşmesi feshedildiğinde kiracı ödemiş olduğu kira bedellerini geri talep edemez. Yani burada da sözleşmenin sürekli edimli mi yoksa ani edimli mi olduğu önem arz etmektedir.
TBK m. 138 uyarınca sözleşmenin değişen koşullara uyarlanmasının şartları Yargıtay Kararlarında aşağıdaki şekilde sayılmaktadır:[11]
- Sözleşme kurulduktan sonra, tarafların edimleri arasındaki denge, borçludan sonuçları yüklenmesi istenemeyecek kadar büyük ölçüde bozulmuş olmalıdır.
- Edimlerin dengesindeki değişiklik sözleşme yapılırken öngörülemeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen (Savaş, ekonomik kriz, tabii afetler, ithal ve ihraç konusunda getirilen yasaklar gibi) olağanüstü bir durumdan ileri gelmelidir.(Aşırı ifa güçlüğüne düşenin bu durumu sözleşme yapılırken öngörmediğini ispat etmesi yetmez, bu durum onun için “öngörülmesi beklenemez” olmalıdır. Kendi özensizliği veya dikkatsizliği sebebiyle bu olguyu öngörememişse, 138. maddeden yararlanamayacaktır.)
- Aşırı ifa güçlüğü yaratan olgu borçludan kaynaklanmamalıdır.
- Edimler henüz ifa edilmemiş olmalıdır. Kural olarak ifada bulunduktan sonra aşırı ifa güçlüğünden söz ederek uyarlama veya sözleşmeden dönme yollarına başvurulamaz. Ancak, borçlu doğan haklarını saklı tutarak ifada bulunmuşsa, ifadan sonra da bu haklarını kullanabilecektir.
Aşırı ifa güçlüğüne dair kanunun hükmünün nasıl uygulanacağı yine Yargıtay Kararında şöyle ifade edilmiştir: TBK 138. Madde uyarınca bu şartlar gerçekleştiğinde, önce hakimden uyarlama talep edilmesi gerecektir. Uyarlama edim yükümünün azaltılması veya karşı edimin arttırılması şeklinde yapılabileceği gibi, vadelerin veya ifa tarzının değiştirilmesi gibi hakimin uygun bulacağı her şekilde yapılabilir. Hakim, davacının talebinde öngörmediği bir tarzda uyarlama da yapabilir. Ancak borç uyarlamaya uygun değilse veya ifa güçlüğünü katlanır kılacak herhangi bir uyarlama bu kez karşı taraf açısından katlanması beklenilmez bir durum yaratıyorsa, borçlu ancak bu şartla sözleşmeden dönme hakkını kullanabilecektir.[12]
Ayrıca ele alınması gereken bir nokta da şudur: Tarafların kendi aralarında yapmış oldukları sözleşmede mücbir sebep ve beklenmeyen hallere dair kurallar yer alıyor olabilir ki sözleşme serbestisi ilkesi ve sözleşmeye bağlılık ilkesi gereğince de sözleşmedeki kurallara riayet edilmesi gerekir. Fakat bazen olağanüstü ve beklenmeyen ağır durumlarda sözleşmedeki bu kurallara uyulmaya çalışılması işlemin temelinin çökmesine ve edimin asıl amacına aykırı bir sonuç doğurabilir. Yargıtay’ın da kararında belirttiği üzere bu hallerde sözleşmenin oluşan yeni koşullara uyarlanması daha uygun olacaktır.[13]
Yargıtay 13. Hukuk Dairesi de 2013/16898 E. 2014/18895 K. 13.06.2014 tarihli kararında bu konuya dair şu ifadeye yer vermiştir: Gerçekten de sözleşmeye bağlılık ilkesi, hukuki güvenlik, doğruluk, dürüstlük kuralının bir gereği olarak sözleşme hukukunun temel ilkesini oluşturmaktadır. Ancak bu ilke, özel hukukun diğer ilkeleriyle sınırlandırılmıştır. Sözleşme yapıldığında karşılıklı edimler arasında mevcut olan denge sonradan şartların olağanüstü değişmesiyle büyük ölçüde tarafların biri aleyhine katlanılamayacak derecede bozulabilir. İşte bu durumda sözleşmeye bağlılık ve sözleşme adaleti ilkeleri arasında bir çelişki ortaya çıkar ve artık bu ilkeye sıkı sıkıya bağlı kalmak adalet, hakkaniyet ve objektif iyi niyet (M.K. md.4,2) kurallarına aykırı bir durum yaratır hale gelir. Hukukta bu zıtlık (Beklenmeyen hal şartı-sözleşmenin değişen şartlara uydurulması) ilkesi ile giderilmeye çalışılmaktadır.
COVİD-19 salgını neticesinde borcunu ifa edemeyecek olan borçlular mahkemeye bu hüküm doğrultusunda şartlar gerçekleştiğinde sözleşmenin yeni şartlara uyarlanması için başvurabileceklerdir.[14] Bunun yanında mahkeme uyarlama talebinin haricinde sözleşmenin feshine de hükmedebilecektir.
Yani covid-19 ve mücbir sebep olarak kabul edilmesi durumunda tarafların sözleşme ile bu duruma dair düzenlemeler getirmelerinin haricinde TBK 136. 137. ve 138. Maddelerde bir takım hükümler mevcuttur. Ve eğer covid-19 her sözleşme bazında ayrı ayrı değerlendirilip mevcut sözleşme bakımından ifa imkansızlığı yaratıyorsa TBK 136. Madde uygulanarak borç sona erdirilecek; fakat mücbir sebep derecesine varmayan bir ifa güçlüğü oluşuyorsa bu sefer TBK 138. Madde uygulama alanı bulacaktır ve borçlu mahkemeden sözleşmenin yeni koşullara yani salgın sonrası oluşan koşullara uyarlanmasını talep edebilecektir. Bu mümkün değilse ani edimli sözleşmeler bakımından sözleşmeden dönme; sürekli edimli sözleşmeler bakımındansa sözleşmenin feshi söz konusu olacaktır.
SONUÇ;
Tüm dünyayı etkisi altına alan covid-19 salgını hem gündelik hayatta hem ekonomik ve ticari hayatta ve hem de kişiler arasındaki sözleşmelerde beklenmeyen etkiler yaratarak şahit olunan değişimleri zorunlu kılmıştır. Sözleşmeler nezdinde borcun ifası güçleşmiş, imkansız hale gelmiş hatta sözleşmeler sona ermek zorunda dahi kalmıştır. Hayatın birçok alanında topyekün bir değişimle karşı karşıya kalınmıştır.
Salgının hukuki boyutları ele alınırken, öncelikle salgının bir mücbir sebep teşkil edip etmeyeceğinin her sözleşmenin kendi amacı ve konusuna bakılarak tespit edilmesi gerekir.
Sözleşme serbestisi kapsamında, eğer sözleşmeye bu tür pandemi boyutundaki salgınların mücbir sebep teşkil edeceğine dair hüküm konulmuşsa ve ifanın gerçekleştirilememesi durumlarına karşın tarafların sorumlulukları belirlenmişse buna bağlı kalınmalı ve sözleşme tüm hükümleriyle beraber salgın açısından ele alınmalıdır. Tabi burada sözleşme hükümlerine öncelik verilirken de yine sözleşme adaletinin sağlanması ve edim menfaatinin korunmasına dikkat edilmeli ve gereken durumlarda daha işlevsel ve faydalı olacağı öngörülüyorsa kanunda yer alan genel hükümler uygulanmaya çalışılmalıdır.
Diğer bir ihtimaldeyse yani sözleşmede mücbir sebebe dair bir maddeye yer verilmemesi, mücbir sebep teşkil eden olayların sonuçlarının ve doğurduğu yükümlülüklerin belirtilmemesi halinde ise, TBK’ nın yukarıda açıklanan genel hükümleri (TBK madde 136-137-138) çerçevesinde sözleşmenin durumunun araştırılması gerekecek, sözleşmenin genel hükümlere göre uyarlanmasına yahut sona erdirilmesine karar verilecektir.
Zira sözleşmelerin konusu, amacının ve özelliklerinin de bu noktada titizlikle ele alınması ve virüsün sözleşmelere etkisinin bu kıstaslara göre incelenmesi gerekmektedir. Zira burada ele alınan konular genel bir çerçeve içerisinde yaşadığımız salgının hukuksal etkilerini değerlendirmektedir. Bunun akabinde her sözleşmenin amacı konusu taraflara olan etkisi çok farklı olabilmektedir. Bu nedenle de taraf iradeleri ile birlikte sözleşmenin özüne dikkat edilmesi gerekmektedir. Çünkü Yargıtay kararlarında ve doktrin görüşlerinde mücbir sebebe dair genel geçer bir tanım ve hangi durumların, olayların mücbir sebep kabul edileceği noktasında herhangi bir netlik bulunmamakta bu da her akit bazında bir yorum yapılmasını gerekli kılmaktadır.
Korona virüs salgınının sözleşmelere etkisi ve mücbir sebep teşkil edip etmeyeceği, sözleşme serbestisi ve TBK genel hükümler çerçevesinde işte yukarıda sayılan çeşitli varyasyonlar içerisinde ele alınmaya çalışılmıştır. Sözleşmede bu duruma dair önceden konulmuş bir kayıt varsa bu kayıt dikkate alınarak sözleşmenin amacı ve konusuna göre bir yol izlenecek, bu durum dair bir hüküm yoksa da ifa imkansızlığının mevcudiyeti halinde TBK madde 136; mücbir sebep derecesine ulaşmayan sözleşmeler bakımından ise ifa güçlüğü oluşması halinde TBK madde 138 uygulama alanı bulacaktır. Bundan sonraki süreçlerde de gerek sözleşmesel gerekse diğer hukuki ilişkilerde, bu ilişkinin tarafları aralarındaki akdin varlığını ve etkisini sağlamlaştırmak için her türlü ihtimali detaylı bir şekilde ele alacak, hem covid-19 gibi salgınlar ve hem de diğer beklenmeyen hallere karşın, menfaatlerini sözleşmenin amacına aykırı olmayacak şekilde yapılan düzenlemelerle garanti altına almayı önemseyecekler gelişi güzel maddelerle bir ilişki kurmaktan ziyade daha gerçekçi senaryolara karşı tedbir almayı tercih edeceklerdir.
Kaynaklar:
[2] https://www.lexpera.com.tr/ictihat/yargitay/hukuk-genel-kurulu-e-2017-90-k-2018-1259-t-27-6-2018
[5] http://www.erdem-erdem.av.tr/yayinlar/hukuk-postasi/turk-borclar-kanunu-uyarinca-sebepsiz-zenginlesme/
[7] https://blog.lexpera.com.tr/korona-virus-salgininin-sozlesmelere-etkisi-ifa-imkansizligi-ifa-guclugu-ve-uyarlama/
[8] https://www.lexpera.com.tr/ictihat/yargitay/hukuk-genel-kurulu-e-2010-15-193-k-2010-235-t-28-4-2010
[10] “kiracı, bir yıldan kısa süreli kira sözleşmelerinde kira süresi içinde; bir yıl ve daha uzun süreli kira sözleşmelerinde ise bir kira yılı veya bir kira yılını aşan süre içinde kira bedelini ödemediği için kendisine yazılı olarak iki haklı ihtarda bulunulmasına sebep olmuşsa kiraya veren, kira süresinin ve bir yıldan uzun süreli kiralarda ihtarların yapıldığı kira yılının bitiminden başlayarak bir ay içinde, dava yoluyla kira sözleşmesini sona erdirebilir”
[14] Yargıtay 13.HD 2013/16898 E. 2014/18895 K. 13.06.2014 T. kararı ‘’Karşılıklı sözleşmelerde edimler arasındaki dengenin olağanüstü değişimler yüzünden alt üst olması, borcun ifasının önemli ölçüde güçleşmesi durumunda “İŞLEM TEMELİNİN ÇÖKMESİ” gündeme gelir. İşte bu durumda hakim, somut olayın verilerine göre alacaklı yararına borçlunun edimini yükseltmeye veya borçlu yararına onun tamamen veya kısmen edim yükümlülüğünden kurtulmasına karar verilebilir ve sözleşmeye müdahale ederek sözleşmeyi değişen koşullara uyarlar.’’
Hazırlayan; Avukat Başak Pelit - basakpelit@gmail.com
Yazıyı Paylaş: